Tren yolculuklarını çok severim, hele ki trende gece yolculuğunu. Fatih ekspresi ile gece binip sabah Ankara'ya kaç kere gittiğimi bilmem. Hala daha Ankara'ya otobüsle, uçakla gitmek bana ters gelir, Ankara'ya gitmiş gibi hissedemem kendimi.
İstanbul'dan Karamürsel'e otobüs olmasına rağmen trenle İzmit'e gidip minibüsle geçerdim Karamürsel'e, bazen de vapurla Hereke'ye geçip oradan trenle İstanbul'a giderdim. Nefis bir olaydır tren yolculuğu, o yüzden Sirkeci Halkalı arasındaki ve Haydarpaşa - Kartal arasındaki normalde tren rayı olması gereken yerleri boş gördüğümde moralim bozuluyor.
3 gün önce iş dolayısıyla önce Eskişehir'e, sonra da İzmir'e gitmem gerekti, o yüzden Pendik'ten hızlı tren ile Eskişehir'e geçtim. İkibuçuk saat süren yolculukta ortam çok modern olmasına rağmen birazcık olsun tren yolculuğunun tadını alabildim, biraz mutlu oldum.
Eskişehir'deki işlerimi birkaç saatte bitirip gece 22.30'da İzmir'e giden trene bindim. Tam 12 saat sürdü yolculuk! Ama büyük keyif aldım. Trene binip yerime geçtiğimde yan koltuktaki teyze ile biraz sohbet ettik.
- İzmir'e mi evladım?
- İzmir'e teyze
- Okuyor musun?
- Okul biteli çok oldu, işle ilgili gidiyorum
- Aman işlerin iyi gitsin evladım
Yol boyunca her yeni binen yolcuya iyi dilekler diledi durdu Ege şiveli teyzem... Daha sonra açtım bilgisayarı Emir Kusturica'nın
Otac na službenom putu (Babam İş Gezisinde) filmini izledim, 18 yıl önce sinemada izlemiştim, leziz bir filmdir, tavsiye ederim.
Sonra uyudum. Tren çok kalabalık değildi, yanım boş olduğu için iki koltuğa yayılarak uyudum. Uyandığımda nerede olduğumuzu bilmiyordum ama bir istasyonda durmuştuk, penceremin dışındaki manzara nefisti, hemen fotoğrafını çekip patlattım instagrama.
Ardından şöyle etrafıma bakayım dedim ve o an bana çok komik gelen şeyi gördüm. Gece herkese iyilikler, güzellikler dileyen teyze uyurken ayakkabılarını çıkarmış, ayağında
Hello Kitty çorabı var! Dayanamadım, çaktırmadan fotosunu çektim. Yüzü gözükmesin diye dikkat ettim.
Teyzeyi küçümsediğimden veya onunla alay etmek istediğimden yapmadım bunu, sadece gözüme çok şirin gözüktüğü için yaptım bunu... ama sonrasında yaptığımdan pişman oldum, silsem mi silmesem mi diye düşündüm durdum, en sonunda birazdan anlatacağım hikayesini anlatmak için o fotoyu instagramdan ve diğer sosyal medya ortamlarından silmemeye karar verdim.
Çok kötü bir özelliğim var, konsantrasyonumu başka bir şeyden ötürü kaybettim mi başladığım şeyi bitiremem. Bu bir film olsun, bir kitap olsun veya başka bir şey olsun, kesinlikle devamını getirmem için zaman gerekir.. müzik hariç! Albümleri bitiririm, onun yeri başka.
Tuna Kiremitçi'nin son romanı
Sonun Geldi Sevgilim'i de tatilde okurken araya muhabbetler, goygoylar girdi, bitiremedim, halbuki çok sevdiğim
Nick Hornby'nin tarzına çok yakın bir üslup vardı kitapta, ama dedim ya, konsantrasyon dağıldı mı tekrar toplayamıyorum. Hatta,
Atlas ile Bulgaristan'a giderken yanıma aldım kitabı, uçakta okuyayım dedim ama sonra Tuna ön koltukta oturuyor, ayıp olmasın deyip çantaya geri koydum.
Neyse, tren yolculukları kitap okumak için en uygun ortamdır diyerek kitabı kaldığım yerden okumaya başladım, kitabın kahramanı Devrim'in yeni manitası Gülbahar ile dertleştiği bölümü okurken karşıma az önce fotoğrafını koyduğum muhabbeti geldi. Devamı da böyle:
Tam o sırada çay kahve satan eleman geldi, kahve alırken adının sonradan Ümmü olduğunu öğrendiğim teyze ile göz göze geldim.
- Çay içer misin teyzeciğim?
- İçerim evladım
- Teyzeme bir çay verir misin?
Teyze çantadan para çıkarmaya kalkıştı.
- Teyzeciğim, benim ikramım, koy çantanı yerine
- Bisküvi alacağım evladım, onu da ben ödeyeyim bari
- Tamam
Teyze bisküvisinin pakedini açtı, bana uzattı, birkaç tane aldım, kahve ile yerken kitabı kapattım, teyzeyle biraz sohbet edeyim bari dedim.
- Ankara'da ne yaptın teyze?
- Oğlumdaydım 2 haftadır. Arada bir gidiyorum, torunumu falan görüyorum.
- Ne iş yapıyor oğlun?
- Kuyumcuda çalışıyor, aslında asker emeklisi.
- Nasıl? Oğlun emekli?
- Malulen emekli evladım, rahatsızlandı, aylarca Gata'da yattı. Emekli ettiler.
- Geçmiş olsun teyzeciğim.
- Sağol evladım. Bir oğlum daha var, o da Mersin'de, güvenlikçi.
- Çocukların uzakta yani.
- Bir kızım vardı, boşandıktan sonra bizle yaşıyordu ne güzel.
Ona ne oldu diye sormak istedim ama bir yarayı deşiyor olabilirim diyerek sormamak için tuttum kendimi. Kısa bir sessizlikten sonra
- Öldürüldü...
- Başın sağolsun teyze.
- Sağol evladım. Adamın teki buna aşık olmuş, evlenme teklif etmiş, kabul etmemiş, bu da kızımı öldürdü.
Ne diyebilirim ki, kızını öldüren kişiden 'adam' diye bahsediyor. Ben olsam 'mnkdmnn çocuğu' falan diye bahsederdim.
- Gazetelere çok çıktı, Pınar Ünlüer, benim kızım işte.
- Denk gelmiş olabilirim teyzeciğim, çok üzüldüm
- Öldüren adama müebbet hapis verdiler ama kızım gitti, yok artık.
Hala 'adam' diyor, 'şerefsiz' falan bile demedi kadıncağız.
Telefonumun şarjı bitmek üzere, internetten bakmak istiyorum olaya ama şarj az ve İzmir'e varınca telefon lazım bana.
- Kızımın bir de oğlu vardı, öldükten sonra babaannesi aldı çocuğu, torunumu da göremiyorum.
- ... (konuşamıyorum lan! beni tanıyanlar inanmayacaklar ama evet, konuşamıyorum!)
- Çok özledim kızımı evladım... 2 yıl oluyor gideli
- Özlenmez mi teyzeciğim?
- Allah kimseye vermesin bu acıyı.
Çantasını açtı, ilaç kutuları çıkardı
- Bak işte, bunlar benim sinir haplarım, her gün içiyorum, yoksa çoktan delirirdim. Zaten beynimden de ameliyat olmuştum, ondan hemen sonra öldü kızım.
Eşarbının sağ üst köşesini açtı, kafatasının sağ üst köşesi sanki biri ısırmış da koparmış gibiydi.
- Kocaman bir ur vardı kafamda, Ege Üniversitesindeki doktorlar ameliyatla aldılar. Çok iyi doktorlar onlar.
İçimden 'şu yolculuk bitsin' diyorum, ama sıkıldığımdan değil, o kadar acı hikayeler anlatıyor ki teyze, kuracak cümle bulamıyorum. Onu teselli etmeye kalkışamıyorum, o konuda hiç becerikli biri değilim.
- Evladım, harçlığın var mı?
- Efendim teyze?
- Başka şehre gidiyorsun, harçlığın var mı?
- Var teyzeciğim, merak etme.
- Yoksa vereyim, seni evladım gibi sevdim.
- Sağol teyzeciğim, ben de sizi sevdim.
- Adın ne evladım?
- Erdem
- Ay ne güzel, tam sana layık bir isim, çok erdemli bir insansın sen.
- Sizin isminiz ne teyzeciğim?
- Ümmü
- Ne güzel. Ümmü Gülsüm gibi.
- Kim o?
- Şarkıcı, teyzeciğim. Eskilerden, Mısırlı.
- Benim de sesim güzeldir de günah, söylemiyorum artık şarkı. Yoksa çok güzel sanat müziği, halk müziği okurum ben.
- Söyle teyzeciğim, ne olacak? Ne günahı?
- Burada olmaz, insanlar uyuyor.
- Burada demedim teyzeciğim, şarkı söylemek niye günah olsun ki? Rahat rahat söyle.
- Arada kocamın, çocuklarımın yanında söylüyorum şarkı. Kocamın adı Zeki, adı gibidir. Ama biraz asabidir. Ama kızımız öldükten sonra o da sessizleşti biraz.
Yine aynı yere döndük. Ne güzel konu değişmişti.
Kadının anlattıkları o kadar acıklı şeylerdi ki, aklıma
Usual Suspects filminin finali geldi. Umarım trenden indikten sonra bu anlattıklarının hepsi olmasa da bir kısmı yalan çıkar da rahatlarım. Bir insan bu kadar acı çekmemeli ya. İstasyonda teyzeyi Bay Kobayashi'nin karşılaması için plaklarım hariç her şeyimi verirdim.
Tren en sonunda Alsancak istasyonuna geldi. Teyzenin bir sürü çantası, torbası vardı. Yardım ettim, birlikte indirdik hepsini trenden. O sırada beni istasyonda bekleyen arkadaşım Osman da geldi, o da yardım etti. Kocası gelene kadar teyzenin yanında bekledik. Uzaktan gördü kocasını, 'hah, geliyor' dedi. Elini öptük Ümmü teyzenin, yanından ayrıldık, yürürken kocası ile göz göze geldik. Tam da Ümmü teyzenin bahsettiği gibiydi. Yüzünde bir sert ifade var ama gözlerindeki hüzün bastırmış o sert ifadeyi. Bana çok güzel gözlerle bakıp selam verdi, teşekkür etti...
Osman'la istasyondan çıktık. Kahvaltı etmek için Kordon'da bir yere girdik. Masaya oturur oturmaz priz sordum, telefonu şarj etmek için. Osman'da mobil şarj aleti varmış, doluymuş, onu verdi, telefonu şarj etmeye başladım.
Bir süre sonra telefondan internete girip google'da Pınar Ünlüer ismini arattım, umarım Keyzer Soze gibi bir şeydir dedim içimden.
Malesef teyzenin anlattıkları doğruymuş. O orospu çocuğu Ümmü teyzenin güzel kızını öldürmüş. Bir süre sessiz kaldım, ama en çok ilgimi çeken olay da Tuna Kiremitçi'nin kitabında Gülbahar'ın 'ben sana sorun nasıl olur anlatayım' deyip de kendisinin ve çay bahçesinde çalışanların sorunlarını anlattığı sayfayı okuduktan hemen sonra bu olayları dinlemiş olmam.
Teyzeye hiç dert yanmadım ama o bana resmen sorunun nasıl olduğunu anlattı.
Bu hatıranın sonuna yazılacak şey değil ama bana gündelik dertleriyle gelene bu yazıyı bin kere okutacağım.